Görev almasam da, Kamera arkasında dolandığım bir kısafilm: Ondine’nin Laneti
Geçen nisan ayında, bir kısafilmin çekimlerinde bulunmuştum. Bulundum, ama bi şey yapmadım sadece bulundum, ayak altında dolanıp kalabalık yaptım :p bi görev sahibi değildim ama sevdiğim insanların filmiydi, arkada dolandım, toplantılarında falan içtik muabbet ettik, hoş oldu. (Facebookta da çekim sırasında çektiğim 2 tane kamera arkası videosu var, eğer beni tanıyan eden facebookta olup ve de beni silmemiş birileriyseniz, facebooktaki videolarım arasından kamera arkasını da tekrar izleyebilirsiniz, eğlenceli epey) Neredeyse 1 yıllık bir süreç sonunda film sonunda vizyona çıkıyor 🙂
Filmin içeriğinden bahsedecek olursak, film gerçek bir hikaye. Milyonda bir görülen bir hastalığa sahip küçük bir kızın hikayesi. Hastalık mitolojik hikayeden esinlenerek “Ondine’nin laneti” olarak isimlendirilmiş. Vucuttaki bir fonksiyon bozukluğundan ötürü, doğum anından itibaren bebek, bilinç açık değilken, kendi kendine soluk alıp vermemez. Yani diğer bir deyişle, uyuduğu vakit, nefes alıp veremiyor. Bu sebeple, çocuk uykudayken bir alete bağlı değilse, ya da alet bozulursa falan nefes alamadığı için ölür. Bu sebeple de, bu hastalığa sahip yeni doğan bebekler, eğer durum farkedilmezse; ilk gün ölüyorlar.
hastalığa, “Ondine’nin laneti” ismini verdiren mitolojik hikaye de şöyle: (internetten copy paste:)
“Deniz Tanrısı Neptün’ün kızı Ondine, Hans adında bir şövalyeye aşık olur. Ondine, aşkı uğruna ölümsüzlükten vazgeçer ve şövalye Hans ile evlenir. Ancak bir süre sonra şövalye deniz kızından sıkılır ve başka bir kadınla birlikte olur. Fedakár kızının aldatılmasına kızan Neptün, Hans’a büyük bir ceza vermeye karar verir. Neptün’ün lanetine uğrayan Hans, düşünmeden nefes alamaz, kalbi de atmaz; yani istemsiz hareketleri ancak istemli olarak yapabilir. Bir anlık dalgınlık, ölümü getirecektir. Bir başka deyişle Hans’ın uyuması, kendi kendini öldürmesi anlamına gelir. Şövalye, bu duruma uzun süre dayanamaz ve öleceğini bile bile uykuya dalar ve yaşamını yitirir. Bu yüzden doğumsal merkezi solunum yetmezliğine, lanet her ne kadar baba Neptün’den gelse de İngilizce Ondine’s curse (Ondine’nin laneti) adı veriliyor.”
Kısacası bu filmde, bu hastalığa sahip ailenin yaşadıklarını konu alıyor. Daha fazla spoiler vermeden filmi paylaşayım 🙂
Yapanların ellerine sağlık 🙂
—————————————–
Filmle alakasız, bir kaç şey..
1- Çocuk sahibi olmayla ilgili:
Yaşama dair düşüncelerimi sürekli paylaşıom burada.. Çocuk sahibi olmayla ilgili düşüncelerimi daha önce “Bir Ev Hayvanı Olarak Çocuk Sahibi Olmak” başlıklı yazımda da paylaşmıştım, ve orada ana fikir olarak çocuk sahibi olmanın manasızlığını ve risklerini paylaşmıştım, bu film de ona iyi bir örnek:
” Şimdilerde öylesine, hobi olsun diye çocuk sahibi oluyor insanlar. Sırf hayatlarındaki boşluğu kapatmak için.. Bir aksesuar gibi taşıyorlar bebekleri.. Neredeyse hiç bir işlevsel yanları yok çocukların -bakkala gidip ekmek almak gibi tek tük şeyleri saymazsak-. Üstelik, aileler bir tomar masraf yapacaklar, (o paraya neredeyse mortgage ile ev bile alabilirler) bir tomar vakit harcayacaklar (o vakitte bir işte çalışsalar gelirlerini ortalama 1,5 kat artırırlar: iş 8 saat mesai, çocuk ise en az 4-5 saat mesai) Çocuk yüzünden rahat bir tatil planı yapamıyacaklar. Haftasonları ya da akşamları dışarıda rahat rahat eğlenemiyecekler.. Hayatları çocuğa göre şekillenicek..”
2- filmdeki ufaklıkla ilgili
Ama biraz da pozitif bakarsak, çocuk fiziksel olarak kötü durumda da olsa, psikolojik açıdan hepimizden sağlıklı olacaktır. (hormonel veya norolojik başka bir sorunu yoksa tabi) Niye diyecek olursanız bunu “Attachment Theory” ile açıklamak mümkün. (Teoriyi açıklamak çok uzun ama şuradan detaylara bakın; attachment teori, psikolojideki en kapsamlı en araştırılmış teorilerden biridir)
Kısaca, bu teoriye göre, çocukken (ilk 3-5 yaş özellikle) ailenin, -özellikle annenin- ilgisi; ilerleyen yıllarda (çoğunlukla ömür boyu) çocuğun hayatını, diğer insanlarla ilişkilerini, güven duygunu vs.. şekillendirir. eğer anne, çocuğunun yanında değilse, çocukta “insecure” (yani güvensiz) bir ruh hali oluşur. O güvensizlik, ilerleyen yıllarda arkadaşlarına sevgilisine iş hayatına vs tüm insanlara yansıtır. istediğin kadar bilinçaltını kurcala, pek düzelmez.
Bu çocuktaysa, ailesi sürekli ilgi gösteriyor. 7-24 yanında biri onla ilgileniyor. Hastalığından dolayı annesinden sütü direk ememiş o bir eksiklik ama onun dışında, hiç bir çocukta olamıcağı kadar bir ilgi görmüş. Bu inanılmaz büyük bir “secure attachment” (güvenli bağlılık) duygusu geliştirecektir çocukta.
Ayrıca, hepimizin bildiği üzere, ilkokul ve ortaokul ve sonrasında, çocuklar sürekli birbirlerinin kusurlarıyla dalga geçerler. Haliyle, çocuklar hep “kusursuz” olma çabasındadır, kendilerini o ilizyonla görürler/görmek isterler. Bir sivilce bile büyük bir üzüntü nedenidir pekçokları için. başkalarının ne diceğini düşünerek “takıntılı” bir şekilde büyüyebilir. “Beğenilme” ihtiyacı, “başkalarının sevgisine ihtiyaç” duymalar vs.. ortaya çıkar. Bu da ilerleyen yaşlarda bir çeşit psikopatolojiye yol açabilir.
Ama bu filmdeki ufaklıkta, biraz önce de dediğim gibi pikolojik altyapısı “attachment theory” ilkesi uyarınca oldukça sağlam. Ayrıca, kusurlu. Ama psikolojik açıdan kötü değil iyi bir şey çünkü bunun güzel yanı, o kusurla yaşamayı öğrenmesi. (bebeklikten beri öyle olduğu için, yoksa bambaşka olurdu) Bu sebeple, ergenlikte “normal” çocuklardan daha sağlıklı bir psikolojisi olacaktır, ilerleyen yaşlarında da normal insanlara kıyasla hayata daha pozitif bakacaktır depresyon ve benzeri psikolojik riskleri daha az olacaktır diye tahmin etmekteyim.
yani ailesini tebrik etmek lazım 🙂
3- Allah’ın psikolojisiyle ilgili / Bir Allah, niye böyle bir hastalık yaratır?
Ey yumurtaya can veren yarabbim, Ondine’nin lanetini nie yarattın yarabbim 🙂
Hakkaten, sen kalk koskoca kainatı yarat, et, milyarlarca yıldız gezegen vs yap, sonra git böyle enteresan enterasan hastalıklar çıkar.. Peki, sebep? (yazar burada direk allaha soruyor) 🙂
Böyle hastalıklar oluyor, çünkü allah’ın yarattığı evren, dünya insanlar vs.. hep vasat tasarımlar. Yani eski teknoloji, yetersiz tasarımlar. Bu hastalık da, insan beyninin analog/organik olmasının getirdiği bir sorun. Digital bir beynimiz olsa, bu kadar sorunlu olmazdı hiç bir şey. Tedavisi/tamiri kolay olurdu. Bu konuyla ilgili ” insan beyninin intel işlemcilere kıyasla vasat tasarımı (eğlenceli bir kıyas)” başlıklı bir yazı yazmıştım, burada aynı şeyleri tekrarlamayım.. ama böyle hasatlıkları duydukça söyleyebildiğim tek bir şey oluyor:
Ne manasız şeyler yaratan bir yaratanımız var yaf.. çok başarısız tasarımlar..
—————————————-
Filmde emeği geçen herkesin ellerine sağlık tekrardan..
Böyle ‘düşünen’ insanları görünce benim de söyleyebildiğim tek şey: Allah akıl fikir versin 🙂